Yönetilme Arzusu
- ktuna17
- 17 May
- 3 dakikada okunur
Birisi yıllardır bir gücü elinde tutuyor ise, ortaya çıkan her sorunun, olumsuzluğun, sıkıntının, başka bir gücü anında götürecek olayların altından başarıyla kalkmasını beceriyorsa bunun temelinde yatan bu başarılı algı yönetimidir. Ne para, ne icraatlar, nede mükemmel bir yönetim. Bu gücün en büyük başarısı insanların algılarını mükemmel bir şekilde yönetmesidir.
Benzer bir yönetimi benimsemedikçe bu gücün indirilmesi zordur.
Mesela bu güç ‘’yenilmez güç" olarak görülürken acaba o gücün yerini almak için uğraşan karşıt görüşteki tarafın hali nedir hiç düşündünüz mü? Tamam biz düşünmüyoruz bu çok normal ama acaba kendisi düşünüyor mu?
Aslımda "ben çobanım, siz koyun" diye hitap ettiğiniz insanların, bu hakareti algılama kapasitesinden bile yoksun olduğu bir bölgede, algı yönetimi gibi uğraştırıcı ve zor işlerle uğraşmanın lüzumu var mı? Zannımca olmayan şey için bir metot gerekmez.
Bir kusurumuz var hepimiz mutlu olmak için Dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Ama hayır. Mutlu olmanın ölçüsü ne? Para? İman? Bence insanın, hayatında öncelikli olarak istediği şeylere sahip olduğu zaman hissettiği duygu hali.
Sizin önünüze algıyla koyulan aslında sahip olmadığınız ama sahipmişsiniz gibi gösterilen şeyleri düşünün. Bu suni mutluluk olmaz mı? Yoksa sizin mutluluk durumunuzu dahi hegemonya mı belirliyor?
İnsanları yönetme arzusu. Bu arzuya sahip olan kimseler aslında bu işi yapmaya en az uygun olan insanlardır. Kendisini lider seçtirebilecek kişilerin lider olmalarına kesinlikle izin verilmemelidir.
İşe hiç bu tarafından bakılmaz ama bir de yönetilme arzusu var ve yönetilme arzusu içinde olan insanlar.. Yıllarca sizin o liderin kötü bir lider olduğunu bildiğiniz, kendisini yönetmiş gurur duyan insanlar gördünüz değil mi?
Yönetilme arzusuna sahip insanlar yönetme arzusuna sahip olanlardan kat kat daha fazla, biraz da bunu konuşalım. Apartman yönetimine dahi girmeyen, bazı şeylere karışmak istemeyen böyle topluluklar hep kumanda edilme duygusu ile yetişmiş, ben karışmam diyen insanlar.
Bu tabi ki yeni bir tespit değil. İnsanın varoluşundan bu yana hemen her dönem görülüp yaşanmış bir konu. Bunun ilkinin ilki genler ve genlerin büyük ölçüde belirlediği karakter yer alıyor sanırım.
Burada bir kesim çevresel faktörlerin çok daha büyük yer tuttuğunu düşünebilir ama bence karakter oluşumunda aile, eğitim, çevre gibi etkenler karakterin şekil almasına yardımcı oluyor. İnsanların çok büyük bölümü yönetilmeye ihtiyaç duyar çünkü sorumluluk almak istemezler. İnsan için kendileri adına sorumluluk alan birilerini görmek geçmişten günümüze hep tercihleri olmuştur.
Büyük toplumların binlerce yıl içindeki oluşma sürecinde, her dönemde, nüfus arttıkça alınan sorumluluklar da ona oranla artmıştır. İnsan oğlunun özünde bulunan kolaycılıktan dolayı artan sorumluluk aynı zamanda görevden kaçışı da beraberinde getirir.
Bence yöneticilerin varlığı, içlerinde bulunan yönetme arzularından çok daha ötesinde yönetilmek isteyen insanların çokluğundan kaynaklanıyor.
Aslında iki taraflı bir kazan kazan durumu söz konusu.
Yönetilmek isteyen çoğunluk onlar adına iyi kararlar alacağını ve böylelikle kendilerini sorumluluk almaktan kurtaracaklarını düşündükleri bir lider seçerler
Gerçekten yöneten kim, yönetilen kim? Yönetici aslında yanlış bir kararda kolayca sorumluluk yükleyebilmek için seçilen bir kurban mı? Çok fazla düşününce bunlara çok farklı pencerelerden yaklaşılabilir.
Birçok insan tanıyorum, yaptığı işte mükemmel kalibrede. Bu ne olursa olsun bir operatör düşünün yaptığı işin her detayına hakim ama yıllarca o pozisyonda bir tık dahi yükselmeden çalışan. Neden? Bebeklikten gelen ‘’Sen yapamazsın’’ baskısı mı? Bu baskı sonucu oluşan güvensizlik mi? Yoksa ‘’Aman ben işimi yapayım gerisine karışmayayım’’ düşüncesi mi?
Bence ikincisi.
Düşünün gücün dengeli dağıldığı örneklerden ve iş yerindeki küçük hiyerarşilerden, milyonlarca insanı temsil için var olmuş devlet adına karar alan kişilere demokrasilerden, otokrasilere gücün tek tarafın elinde olduğu örneklere kadar. Bunların nihayetinde bu konu özelinde mutabık kalacağımız en büyük gerçek bence yönetmek isteyenlerin sayılarının az, yönetilmek isteyenlerin de sayılarının çok olması.
İnsanın düşüncesi, az sorumluluk alıp kolayından bir hayat yaşamak sanırım. Şöyle bir insanlığın geçmişine de bakarsak, insanın kendi evrimi içinde olabildiğince uzun süre hayatta kalabilmek için tehlikeleri kendinden uzakta tutarak bulduğu en verimli yol bu sanırım.
Yönetilmek isteyenler sorumluluktan kaçsa bile insan vücudundaki hücreler gibidirler.
Olabildiğince düzeni aslında onlar belirler.
Peki her bir birey, yönetmek isteyen bir kişi gibi düşünseydi? Veya aynı sorumluluk bilincine ve bu konuda aynı eylem girişkenliğine sahip olsaydı dünya nasıl bir yer olurdu?
Herkesin bir konuda elini taşın altına koyduğu bir paralel evren.. Sanırım içimizde kocaman bir ukte olarak yaşamaya devam edecek. Çocuklarım, torunlarım, onların çocuklarında bile.




Yorumlar